ANKARA - Yeni sürece dair gelişmeleri değerlendiren Dr. Mustafa Peköz, "Söylerim ama yapmam' tutumu devlete olan güveni daha da zedeleyecektir. Sürecin ilerleyebilmesi için devletin sorunların çözümüne yönelik adım atması şarttır" dedi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan’ın 27 Şubat’taki tarihi çağrısından sonra 12. Kongresi’ni toplayan PKK, çalışmalara son verdiğini duyurdu. Bu karar, Türkiye ve dünyada geniş yankı uyandırdı. Dr. Mustafa Peköz, Kürt sorunun çözümü noktasındaki tartışmalara dair Mezopotamya Ajansı'nın (MA) sorularını yanıtladı.
Peköz, PKK'nin Öcalan’ın çağrısıyla 40 yıllık silahlı mücadeleyi sonlandırarak demokratik siyasete odaklanma kararının stratejik bir dönüşüm olduğunu kaydederek, bu dönüşümün Ortadoğu’daki değişen dengeler ve küresel stratejilerle uyumlu olduğunu söyledi.
Kürt Halk Önderi Abdullah Öcalan'ın 27 Şubat tarihinde yaptığı "Barış ve Demokratik Toplum Çağrısı” ve sonrasında PKK'nin çalışmalarını sonlandırma kararını Kürt sorunun çözümü noktasında nasıl değerlendiriyorsunuz?
Kürt politik hareketi, belki de en zor olanı yaptı. Öcalan’ın talebine uyarak sürecin çözümüne ilişkin beklenen sorumluluklarını yerine getirdi. Kürt Politik Hareketi, sorunun çözümü için attığı stratejik adımlarla bu meseleye ne kadar ciddi yaklaştığını ve demokratik siyaset içerisindeki çözüme ne kadar yatkın olduğunu ortaya koydu. Ortadoğu coğrafyasında yaklaşık 40 yıldır yürüttüğü silahlı mücadeleyi bitirme kararı alması, uluslararası ve bölgesel gelişmelerden bağımsız değildir. Bölgede ortaya çıkan denklem ve küresel güçlerin oluşturduğu yeni stratejide Kürt Politik Hareketi’nin nasıl konumlanacağına dair belirlenen politikalar, Irak ve Suriye’de somut bir biçim almıştır. Yakın gelecekte İran için belirlenen strateji içerisinde Kürtlerin ve Belucilerin, Irak ve Suriye’dekine benzer bir pozisyon alacağı görülüyor. Öcalan, bölgedeki uzun vadeli stratejik değişimleri çok iyi okudu ve “silahların bırakılması” talebini gündeme getirdi. PKK de, Öcalan’ın stratejik değişiminin politik arka planında ne dediğini çok iyi anladı ve silahlı mücadeleyi bırakarak politik mücadelede yeni bir strateji belirledi. PKK’nin kurucu lideri Öcalan, Ortadoğu’da oluşan konsept içerisinde Kürt sorununun çözümüne yönelik oluşturduğu çerçeve, uluslararası denklemin müdahalesi olmadan Türkiye’nin iç dinamikleriyle çözülebileceği perspektifine dayanmaktadır. PKK, konudaki kararlılığını ve çözüm iradesini göstermek amacıyla Öcalan’ın 27 Şubat 2025’te kamuoyuna yansıyan talebine bağlı olarak 5-7 Mayıs tarihleri arasında topladığı kongrede, hem silahları bırakma hem de örgütsel varlığını sonlandırma kararı aldı. Hiç şüphesiz ki bu değişim ve dönüşüm, sıradan ve basit bir karar olmayıp, başta Kürtler olmak üzere Türkiye’de yaşayan tüm toplumsal dinamiklerin yeniden konumlanmasını sağlayacak stratejik bir adımdır.
Bir değer önemli konu ise PKK kongresinde bütün yetkiyi Abdullah Öcalan’a verdi. Bu durumu nasıl yorumluyorsunuz?
PKK’nin kurucu lideri Öcalan, Ortadoğu’da oluşan konsept içerisinde Kürt sorununun çözümüne yönelik oluşturduğu çerçeve, uluslararası denklemin müdahalesi olmadan Türkiye’nin iç dinamikleriyle çözülebileceği perspektifine dayanmaktadır.
PKK kongresi, sorunun çözümüne yönelik pratik adımların hızlandırılması ve sürecin tek elden yürütülmesi için karar alma dâhil tüm yetkileri Öcalan’a verdi. Böylece PKK, Öcalan üzerinden Kürt sorununun Türkiye’nin iç politik dinamikleri içerisinde çözülmesine dair irade beyanını ortaya koyduğu gibi, aynı zamanda Öcalan’ın politik liderlik rolünün devam ettiğini ve karar alma gücünü koruduğunu ortaya koydu. Öcalan’ın tecritte olduğu ve örgüt üzerinden bir ağırlığının olmadığına dair zaman zaman spekülasyonlar yapılırdı. PKK Kongresi bu tür politik dedikoduları da sonlandırdı. PKK tarihinin en zorlu kararını alarak beklenilen bütün sorumluluklarını yerine getirdi. İRA/İngiltere, Bask/İspanya, Güney Ulusal Kongre/ Güney Afrika Rejimi, FARC/Kolombiya barış ve çözüm süreçlerine bakıldığında silahların bırakılması en son konuşulup karara bağlanmıştır. 2015 “çözüm süreci”nde PKK/Ankara görüşmesinde de böyle oldu. Ancak bu kez tersten oldu. PKK önce silah bırakma kararını aldı. Bunun öyle kolay olmadığının bilinmesi gerekir. Bu nedenle PKK, Öcalan’ın talebine uyarak en ileri düzeyde karar aldı ve sürecin önünü açtı. Bundan sonra kimse PKK’yi ve Öcalan’ı suçlayamaz. Özellikle uluslararası ilişkilerde PKK önemli bir pozisyon elde etti.
Devletin atacağı adımlar konuşuluyor. Devletin atması gereken adımlar konusunda neler söylenebilir?
Kamuoyuna yapılan açıklamalar, Öcalan’ın sık sık satır aralarında verdiği mesajları yorumladığımda; devletin çok somut adım atması gerekiyor. Hatta Öcalan ile devlet arasında yapılan görüşmelerde birçok konunun somutlaştığı belirtiliyor. Kamuoyuna yapılan açıklamalar ve değerlendirmeleri dikkate aldığımda devletin atacağı adımları üç aşamada sıralayabiliriz;
Birinci aşama; doğrudan iktidarın yetkisinde olan ve herhangi bir hukuki düzenlemeye dayanmayan adımların atılması.
*Hasta tutukluların serbest bırakılması,
*İnfaz süresi dolan tutukluların tahliye edilmesi,
*Anayasa Mahkemesi ve AİHM kararlarının uygulanması,
*Belediye kayyumlarının görevden alınması ve belediye başkanlarının görevlerine iade edilmesi,
*Kobanê davasıyla ilgili somut adımların atılması.
Birinci aşamanın en olumlu gelişmesi, Öcalan’ın yaşam koşullarında belirgin bir iyileşme yapıldığına ve istediği sekretaryanın oluşturulduğuna dair iddialardır.
İkinci aşama; parlamentoda bazı yasa değişikliklerinin yapılmasını ve bir çözüm komisyonunun kurulmasını içermektedir.
*Türk Ceza Kanunu’nda (TCK) 314 ve 220. maddelerde değişiklik yapılması,
*Terörle Mücadele Kanunu’nun 7/2. maddesinde düzenlemeler yapılması,
*Ceza İnfaz Kanunu’nda reformlar gerçekleştirilmesi.
Mevzuata dair değişikliklerin hızla Meclis’e getirilmesi son derece önemlidir. Bu değişiklikler doğrultusunda, PKK’nin üst düzey kadrolarının geleceği ve fiziksel olarak nerede konumlanacağı gibi önemli meseleler de ele alınacaktır.
Üçüncü aşama; güçlü, demokratik ve sivil bir anayasanın hazırlanması sürecini ve bunun için yapılacak hazırlıkları içeriyor. Öcalan’ın İmralı Heyeti ile kamuoyuna gönderdiği mesaj da yeni bir “Sözleşme” vurgusunu yapıyor. Bu sözleşmeden kast ettiği esasen yeni bir anayasanın yapılmasıdır. Öcalan özellikle yeni bir anayasanın bir anda olmayacağını biliyor. Ancak sürecin hızlandırılması için de hem parlamentonun devreye girmesi hem de toplumun bu sürece hazırlanması gerektiğini vurguluyor.
Gelinen aşamada PKK’den beklenilenler yerine getirildi. Şunu sormak istiyoruz; bu süreçten sonra devlet ‘ben adım atmam’ diyebilir mi?
Bu süreçlerin sağlıklı yürütülebilmesi ve olumlu sonuç alınabilmesi için hem PKK hem de devlet tarafından karşılıklı adımların atılması gerekir. Öcalan ise Kürt sorununun demokratik çözümü için kararlarını aldı ve kamuoyu ile paylaştı ve kongresini toplayarak bu kararı resmileştirmiştir. Bundan sonra devletin somut adımlar atması gerekiyor. Devlet ciddiyeti bunu gerektirir. 'Söylerim ama yapmam' tutumu, devlete olan güveni daha da fazla zedeleyecektir. Sürecin doğal akışında ilerleyebilmesi için devletin en azından birinci aşamadaki sorunların çözümüne yönelik somut adımlar atması şarttır. Yani devlet 'Öcalan’a ve PKK karar aldırttım. Kandırma işini başarıyla yaptım' derse kendisini kandırmış olur. Ortadoğu’daki gelişmeleri doğru okuyanlar Öcalan’ın ve PKK’nin kandırılamayacağını görür. Devlet süreci doğru okuyarak adım atmak zorunda.
MHP’nin süreci sahiplendiği, DEM Parti’nin süreci örgütlediği, CHP’nin ise engel olmayacağını ve parlamentoda destek vereceğini belirttiği bir ortamda, AKP’nin sürece dair belirsiz veya kararsız tutumu da çokça eleştiriliyor. Bu durumu nasıl okuyorsunuz?
PKK’nin silah bırakma ve kendini feshetme kararına karşılık Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un, “Demokratik adımların atılması için PKK’nin silahları teslim etmesi gerekir” şeklindeki açıklaması, aslında çözümsüzlüğü dayatmaktadır.
AKP’nin doğrudan iktidar gücü olması nedeniyle daha temkinli hareket ettiği anlaşılıyor. Örneğin ordu içerisinde ciddi bir direncin olduğu belirtiliyor. Bu nedenle AKP’de hissedilen bir kararsızlık var. Örneğin sorunun parlamentoya taşınması için tarafların benimsediği komisyon önerisi, DEM Parti, MHP ve en son CHP tarafından kabul edildi. Komisyonun biçimi ve teknik bileşimi üzerine farklı öneriler olsa da, komisyon kurulması fikrinde genel bir uzlaşı sağlanmıştır. Ancak AKP’nin henüz bir açıklama yapmaması dikkat çekicidir. MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin önerisine AKP’nin net bir cevap vermemesi, hem iktidar içinde hem de devlet içerisindeki bazı güçlerin sürece dair olumsuz yaklaşımlarını yansıtmaktadır. PKK’nin silahları bırakma kararından sonra iktidarın, sorunun demokratik siyaset perspektifiyle parlamentoda çözülebilmesi için net bir kararlılık göstermediği, sürekli yeni gerekçelerle süreci sekteye uğrattığına dair bir algı oluşmaya başlamıştır.
Örneğin, PKK’nin silah bırakma ve kendini feshetme kararına karşılık Meclis Başkanı Numan Kurtulmuş’un, “Demokratik adımların atılması için PKK’nin silahları teslim etmesi gerekir” şeklindeki açıklaması, aslında çözümsüzlüğü dayatmaktadır. Bir örgüt silahlı mücadeleyi bıraktıysa doğal olarak silahlarını da teslim etmesi beklenir. Ancak devlet, hiçbir hukuki ve siyasi adım atmadan bu şartı öne sürerek çözüm sürecini tıkamaktadır. AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın, MHP ve Bahçeli gibi güven verici ve net adımlar atarak karar alması, bunu kamuoyuna açıklaması ve iktidar olduğu için uygulamaya koyması gerekir.
AKP’nin bu süreci anayasa değişikliği için bir pazarlık olarak kullanmak istediğine dair görüşler de var. Böyle bir durumdan bahsedebilir miyiz?
Öncelikli her politik çevre bu süreci kendisi için bir politik çıkara dönüştürmek isteyebilir. Politik fayda elde etmek isteyebilir. Örneğin Anayasa’nın 101. maddesine göre “bir kişi en fazla iki kez cumhurbaşkanı seçilir” diyor. AKP Anayasa’nın 101. maddesini değiştirmek isteyebilir. Bunun için dolaylı bir pazarlığa girişmek isteyebilir. Ancak anayasada niteliksel değişikliklerin yapılması, anti-demokratik içerikli bütün maddelerin kaldırılması, Kürtler başta olmak üzere toplumun bütün kesimlerini kapsayan demokratik bir anayasanın yapılması çerçevesinde Anayasa’nın 101. maddesinin gündeme getirilmesi de doğaldır. Ancak yeni çözüm sürecinin bu madde için pazarlık konusu yapılması son derece yanlış ve tehlikelidir. Kimin Cumhurbaşkanı olacağının ciddi bir önemi yok ama demokratik bir anayasaya sahip olmanın Türkiye’nin geleceği bakımından son derece önemli olduğunun bilinmesi gerekir.
Erken genel seçim olasılığından bahsediliyor. Böyle bir olasılık süreci nasıl etkiler?
Olumlu ve inandırıcı adımlar atılmadığı sürece Kürt seçmeninin AKP ve Erdoğan’a oy vermesi zor olacaktır. Bu gerçeğin AKP tarafından görülmesi ve anlaşılması gerekir.
İktidar, erken genel seçim olmayacağını ve seçimin zamanında yapılacağını sıkça vurgulamasına rağmen, 2026 yılı içinde seçimlerin yapılacağına dair bazı veriler ortaya çıkmaya başladı. AKP’nin erken seçime gitme olasılığını göz önünde bulundurarak Kürt sorununun çözümünü geciktirmek ve süreci zamana yaymak istediğine dair bir kısım iddialar var. Hatta hem Öcalan’ı hem de DEM Parti’yi bu konuda ikna etmeye çalıştığı ifade ediliyor. DEM Partili yetkililerinin zaman zaman yaptığı, “Bu mesele bir partinin özel hedeflerine heba edilmeyecek kadar önemlidir” açıklamaları AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’a dolaylı bir yanıt olarak değerlendiriliyor.
İktidarın Kürt sorununun çözümünü olası bir erken genel seçim sonrasına bırakmak istemesinin temel nedenleri “Seçim sürecinde Öcalan ve DEM Parti ile politik olarak ve özellikle seçmen desteği için pazarlık yapmak, Türk toplumuna, Öcalan ile hiçbir pazarlık yapılmadığı mesajını vermek olarak sıralanabilir. Böylece iktidar, süreci zamana yayarak siyasi avantaj elde etmeye çalışabilir. AKP’nin bu süreçten politik bir fayda sağlamaya çalışması anlaşılabilir bir durum. Ancak bunun yolu süreci geciktirmek değil, aksine hızlandırarak sonuç alıcı bir noktaya taşımaktır. Olumlu ve inandırıcı adımlar atılmadığı sürece Kürt seçmeninin AKP ve Erdoğan’a oy vermesi zor olacaktır. Bu gerçeğin AKP tarafından görülmesi ve anlaşılması gerekir.
Uluslararası arenada “Bağımsız Kürdistan” söylemleri de artmaya başladı. Bu durum süreci nasıl etkiler?
Devlet, Ortadoğu’daki gelişmelerde Kürtlerin önemli bir güç haline geldiğini görüyor. Önümüzdeki süreçte Kürtlerin bölgedeki etkinliğinin daha da artacağına dair birçok veri bulunuyor. Ankara’nın bugüne kadar izlediği politikalar bu süreci engelleyecek durumda değil. Suriye’deki gelişmeler de bu gerçeği doğruluyor. Bugün “terörist” olarak tanımladığı SDG ve PYD ile yakın zamanda ekonomik, politik ve diplomatik ilişkiler kurulacağı öngörülüyor. Ankara, İran’daki gelişmeleri de engelleme gücüne sahip değil. İran Kürdistan Eyaleti’nde federasyon veya özerklik gibi bir sürecin ortaya çıkması kimse için sürpriz olmayacaktır. Hatta Tahran rejimi, uluslararası güçlerin olası bir müdahalesini önlemek adına Kürtlerin özerklik talebine olumlu yanıt verebilir.
Ancak en önemli gelişmeler Irak Kürdistan Bölge Yönetimi’nde yaşanıyor. “Bağımsız Devlet Kürdistan” süreci başlatılmış durumda. Federe Kürdistan Bölgesi ile iki ABD merkezli şirket arasında yapılan 110 milyar dolarlık enerji anlaşması, bağımsız devlet statüsüne uygun olarak yapılmıştır. ABD’nin eski ve yeni dışişleri bakanlarının, Senato’nun Dış İlişkiler Komisyonu üyelerinin ve üst düzey heyetlerin Hewler’e yaptığı ziyaretler, Bölge Hükümetinin yakın gelecekte bağımsız devlet olma yönünde yeni bir sürecin başlatıldığını gösteriyor. Aynı şekilde böyle bir gelişmenin yaşanması durumunda Rojava’nın da sürece dahil edileceğine dair bazı iddialar konuşulmaya başlandı. Bu durumun Bağdat tarafından da kabul edileceği ve ciddi bir direnç gösterilmeyeceği belirtiliyor. Ankara’da özellikle ordu içinde bu gelişmeler dikkate alınarak yeni süreci bitirme ya da etkisiz kılma yönünde bir kısım dirençlerin oluşmaya başladığı belirtiliyor. Sistem içinde bir iç çatışma demesek dahi güçlü bir dirençten bahsedebiliriz. Bu durum, özellikle Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın kararlarını etkileyebilir. Bu nedenle AKP ve cumhurbaşkanının süreci ağırdan alma gibi bir yöntem izlediklerini söylemek yanlış olmaz.
Ankara’da var olan tedirginlik hali nasıl aşılabilir?
Ankara ama özellikle Cumhurbaşkanı, bugünkü süreci doğrudan sahiplenerek aşabilir. Kürt sorununun çözümüne dair somut adımlar atması, küresel güçlerin müdahalesi olmadan çözüme ulaşması, Türkiye’nin bölgesel çıkarlarıyla uyumludur. Ancak mevcut gelişmelerin psikolojik etkisi altında kalınarak çözümsüzlük politikasının devam ettirilmesi, önümüzdeki 10 yıl içinde Ankara’nın çok daha büyük bir sorunla karşı karşıya kalmasına neden olabilir. Kürt tarafının önerileri, demokratik bir toplum sistemi içinde Kürtlerin ve diğer toplumsal kesimlerin sosyolojik, politik, kültürel ve yönetimsel haklarının anayasal güvence altına alınmasını içeriyor. Bu gerçekleşirse bölünme değil, bütünleşme ön plana çıkar ve bölgesel güç olmanın avantajları elde edilir. Ancak mevcut başarısız politikalar devam ederse çözülme ve bölünme kaçınılmaz olur. Bu nedenle devlet içindeki bazı grupların, Suriye ve Irak’taki gelişmeleri gerekçe göstererek sorunun demokratik çözümünü engellemeye yönelik baskı kurmalarına karşı, AKP ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın tersten net bir duruş sergilemesi gerekiyor. Sürecin başarısız olması, AKP’nin iktidarını kaybetmesine neden olabilir.
MA / Selman Güzelyüz